Çilli Hasret Gerçek Hayat Hikâyesi
Heyecan yaratmak ve bunu yaşamak için herkesin kendine göre bazı planları vardır. Bunu bazen kalabalıklarda bazen de yalnız sessizlikler içinde yaşamak isteyebiliriz. Hayat hikayelerine bakıldığında herkesin farklı rotalardan ilerleyerek kendine göre bir hayat çizgisi oluşturduğu görülür. Benim hayat çizgimde bazen sessizlikle bazen isyanlarla bazen de ikili ilişkilerde farkındalık yaratarak oluşan bir yapıdan ibaret. Aşık olmayı kızlara bakmayı çok küçük yaşlarda öğrendik. Çocukluğumun geçtiği dönemlerde her yaştan çocuk sokaklarda özgürce dolaşır arkadaşlıklar oluşturdu. Yürümeye başladığım andan itibaren serbest dolaşıma başlamışım. Beş altı yaşlarımda ilk aşkı yaşadığımı söyleyebilirim. Bu konu inandırıcı hayal ürünü gibi görülebilir Ama kesinlikle gerçek. Köy ortamında yaşamak bir ayrıcalıktır. Hele ki aile çiftçilikle uğraşıyorsa bu daha fazla farklı bir ayrıcalık yaratır. Belki memur bir ailenin çocuğu beş yaşında evde yalnız bırakılmıyordur. Ama tarla temel işiyle tarımla geçimini sağlayan bir ailede bu çok kolay gerçekleşen bir olaydır. Bende bu olayın canlı örneği olmaktan gayet mutluydum. Benim ailem sadece kışın evde dururdu. Tütüncülükle uğraşıldığından sadece kışın ev ortamında işçilik yapılırdı. Akşam oldu mu ev şenlik yeri olurdu. Ya komşulardan bize oturmaya gelen olurdu ya da akrabalardan birileri muhakkak olurdu. İlkbahardan itibaren tarla işleri başlar. Fideler ekilir büyütülür. Mayıs ayından itibaren fideler tarlaya dikilir. Temmuz olduğunda yapraklar tek tek toplanarak tütün işçiliğinin en zahmetli dönemi başlar. İşte tam bu dönemde beş yaşlarındayım. Henüz okula başlamadım. Annem babam kardeşlerim sabah erkenden tütün tarlasına yaprak toplamak için giderler. Ben küçük olduğum için evde tek başıma bırakılırdım. Tamda bu sıralarda komşumuza yardım için akrabaları gelirdi. Yine böyle bir günde sabah gün doğmuştu. Uyandım kendimi sokağa attım. Güneş hafiften yükselmiş ortalık ısınmaya başlamıştı. Tarlaya gidenler yavaştan dönüşe başlamışlardı. Kimisi traktörlerle kimisi, at arabasıyla kimisi bizim gibi, öküz arabasıyla gacırtılar gıcırtılar eşliğinde yorgun uykusuz evlerine dönüyorlardı. Ben ilkokulun duvarı dibine çökmüş yoldan geçenleri izlerken yanıma bir kız yaklaştı. Daha önce görmüştüm adını kim olduğunu biliyordum ama birebir konuşmamıştım. Yanıma yaklaştı oynayalım mı dedi. Utandım yüzüm kızardı ne diyeceğimi, bilemedim. İkimizde çocuğuz hayat bizim için oyundan ibaret. Sarı saçlı tombul yanaklı toplu bir kız. Yüzü benli yani çilli ama çok tatlı bir kızdı. Aradan elli yıl geçmesine rağmen o gün yaşadığım duyguları bu kelimeleri oluştururken bile iliklerime kadar hissediyorum. Karşısında kekeleyerek oynayalım diyebilmiştim. Tabi ki köyde çocuklar yonamaya oynaşmak derler. Ama bunu burada o şekilde dile getirsem yanlış anlaşılmalara meydan vereceğinin farkındayım. Üzgünüm düzeltme yaparak kelimeleri uygun halde kullanmaya çalışıyorum. Elimi tuttu sen benim arkadaşım ol bundan sonra sabahları burada buluşalım diyerek beni eve doğru çekti. O sırada yanımızdan nadir abi geçti. Ayşe ninenin evinin arkasındaydık. Ayşe ninede dışarıdaydı. Çocuklar ne yapıyorsunuz sabahın köründe uyuyasınıza diyerek bize takıldı. Nadi abi nerden buluştunuz siz böyle hadi evinize gidin bakayım diyerek bize seslendi. Biraz alaycı bir tavırla murat sende az değilsin yakalamışsın kızı sabah sabah hadi iyisin diye dalga geçti. Gülümseyerek yürüdü gitti. Hala elimden tutuyordu. Birlikte bizim evin bahçesine geldik. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Tütünler yaprak halinde topladıktan sonra tek tek ipe dizilir kurutmak için iskele adı verilen sisteme gererek kurtulur. Bizim evin bahçesinde bu iskelelerden bolca vardı. Gölge olması açısından onların altına girdik. Çocuk aklıyla oynanacak oyunlar belliydi o zamanlar. Kumda çamurda çeşme başında ya da dere kenarında çocukça oyunlar. Birde evcilik adı verilen anne babalardan görülen evde geçen olayların canlandırıldığı oyunlar oynanırdı. İşte o iskelenin altında evcilik oynayacağımız aklımın köşesinden bile geçmiyordu. Çünkü benim ailem çalışmaktan bir arada pek durmuyordu ki. Ya tarlada ekilir ya dikilir ya biçilir ya da çapalanır. Evde hangi ara vakit geçirecekler. Ama Hasretin ailesi ilçede yaşadığı için aile yaşamına daha uygun bir zaman dilimi içinde oldukları belliydi. Gözlerimin içine bakarak konuşması beni tamamen etkisiz eleman haline getiriyordu. Elim ayağım kesiliyor ne derse harfiyen uyguluyordum. Oyunun kurallarını hasret belirliyor onun söylediklerini tekrarlıyordum. Söylediklerinden ve hareketlerinden anladığım aile yaşantısında sıkıntılar vardı. Annesi babası büyüklerine gitmekte gelmekte sıkıntı yaşıyorlardı. Hasret bana direktiflerini sıralıyordu;
-Ben anneyim sen baba olacaksın. Annemle babam kavga ederken saçlarını çekiyorlar. Şimdi ben seninkileri çekeceğim sende benimkileri..
Mümkün müydü bunu yapabilmem. İlk defa karşılaştığım oyunlar oynamayı hayal ettiğim kız bana anne babasının kavgasını oyun olarak oynamamızı istiyordu. Önceleri itiraz eder gibi yaptım.
-Hayır, ben senin saçını çekemem çeker gibi yaparım. Diyerek oyuna dâhil olmaya çalıştım.
O gün başlayan oyun arkadaşlığımız ilerleyen günlerde konu değişmeden sabah aynı saatlerde sıklıkla tekrarlanıyordu. Köye geldiklerinde çoğunlukla her sabah buluşuyorduk. Böyle bir ay kadar oyunlar oynadık birbirimize iyice alıştık. Bir gün öğle vaktiydi komşuda feryat figan bağrışlar ağlamalar ne olduğunu anlamak için yola çıktım. Komşuda birisine bir şeyler olduğu belliydi. İlk anda anlayamadım ama fazla sürmedi. Hala burnumun direğini sızlatan gerçeği hasretin dayısının kızından öğrendim. Hasret şeftaliden zehirlenmiş hastanedeymiş. Çocuk halimle duvarın dibine çöktüm kaldım. O gün başka haber alamamıştım. Ertesi sabah her zaman buluştuğumuz yere gittim bekledim kimse yoktu. Günün ilerleyen saatlerinde acı haber gelmişti. Hasret melek olmuştu. O gün dünyada yapayalnız kalmıştım. Çok küçüktüm ama kalbim vardı. Aynı acıyı hala eksiksiz fazlasıyla hissediyorum. Bana daha çocukken sevmeyi nefreti ailenin ne olduğunu öğreten arkadaşımı çok çabuk kaybetmiştim. İnanmak istemiyordum. Günlerce sabahları buluştuğumuz yerde saatlerce oturdum. Bizim ilk buluştuğumuz ana tanık olan nadir abi bile anlamıştı acımı. Bir gün bana;
-Bekleme seninki gelmeyecek gelemez üşüme soğukta hadi git evinize,
Diyerek bana gerçeği anlatmaya çalışmıştı. Belki çocuktum ama çok üzülmüştüm. Başka arkadaşlarım olmasına rağmen onun yeri bambaşkaydı. İlk aşkım artık bu dünyada yoktu. Hasret benim için gerçek sevgili hasretini yaşatacaktı bana yıllarca. Nerede çilli bir kız görsem hemen o günler gelir gözümün önüne. Gökyüzüne bakar hasretimi hatırlarım.